En popüler genç Rus oyuncu olarak adlandırıldığında utanıyor ve uluslararası bir yıldız olarak nitelendirilmesine gerek olmadığını dile getiriyor. Danila Kozlovsky, tevazu gösteriyor ve bizimle sinema, aşk itirafları ve Puşkin sevgisi hakkında konuşuyor.
Danila Kozlovsky'i Rusya'da yakalamak kolay değil. Bu yaz iki ayını İngiltere'de bir Amerikan filmi olan Vampir Akademisi'ni çekerek geçirdi ve ardından Avustralya'ya uçtu. Eylül'de ise Korsika'daydı, onu bulduk ve görüşme talep ettik. Kısa bir süre sonra Skype hesabımıza hemen bir mesaj geldi ve telefonumuz çaldı; oyuncunun huzur dolu sesine dalga sesleri eşlik ediyordu.
Korsika'da neler yapıyorsun?
Paris'te bir işim vardı ardından birkaç gün boşluğum oldu ve tatil yapmaya karar verdim. Ben de Korsika'yı seçtim çünkü Fransa'ya çok yakın. Bir saatlik uçak yolculuğuyla bu Akdeniz adasına varıyorsunuz. Her neyse buradayım, yağmur, soğuk hava ve yakalandığım grip dışında hiçbir şey yaşamadım. Ama yine de müthiş bir doğa ve Fransız şarabı var, yani o kadar da kötü sayılmaz.
Rusya'ya ne zaman dönüyorsun?
(Gülüyor) Şu sıralar garip günler yaşıyorum. Yaklaşık birkaç aydır evimde yaşamıyorum ama yakında döneceğim ve Sonbahar'da 'Vişne Bahçesi' oyunu için provalara katılacağım. Çünkü Lev Abramovich Dodin oyunu Şubat ayına hazırlamayı planlıyor.
Seni uluslararası bir yıldız olarak adlandırmak için çok mu erken?
Çok çok erken. Ve bu sanki kulağa Rusya'da yıldız bir oyuncu olmak kötü bir şeymiş gibi geliyor. Birkaç tane uluslararası projede yer aldım aslında ama onlar henüz vizyona girmedi. Bu yıl vizyona girecekler, işte o zaman sanırım uluslararası olup olmadığım konusunu konuşabiliriz.
Hiç şöyle bir serzeniş duydun mu: "Rusya'da başarı elde eder etmez ülkeyi terk etti"?
Eğer böyle söyleyenler varsa bu benim hakkımda değildir. Her neyse böyle bir şey duymadım zaten. Burada çalışmak nasıl ilgimi çekiyorsa Rusya'da çalışmak da o kadar ilgimi çekiyor. Ve ayrıca ben hiçbir yeri terk etmem. Sadece uluslararası projelerde kendimi deneme şansı elde ettim ve bunu değerlendirdim. Bu projelerde sınırlarımı genişlettim ve yalnızca kendimi değil aynı zamanda ülkemi de tanıtmış oldum. Şimdi ise Rusya'da bazı planlarım var: filmler, tiyatro oyunları. Bu normal bir süreç, ikisini de beraber idare edebilirim.
En son görüştüğümüzde Ekaterina Klimova bize 'We Are From The Future' çekimlerinde herkes dinlenirken senin İngilizce ders kitapları okuduğunu söyledi. Yurtdışı için hazırlık mı yapıyordun? Ya da kariyerinin böyle bir yön alacağını tahmin ediyor muydun?
'We Are From The Future' çekimlerindeyken yurtdışı için hazırlık yapmıyordum. Hatta bunu hiç düşünmemiştim bile. Sadece dil öğrenmek istiyordum. Ben hatırlamıyorum ama Ekaterina bunu söylediyse doğrudur (gülüyor). Bir insan modern dünyada İngilizce bilmek zorunda hele de yurtdışında çalışmak istiyorsa. Amerika'daki oyuncular İngilizce konuşuyor, tiyatro oyunlarını İngilizce oynuyorlar ve tercümana ihtiyaç duymuyorlar. Zaman onlar için çok değerli ve kimse bu zamanı tercümana harcamak istemiyor. Daha öncesinde saf bir şekilde öğretmen yardımıyla kitaplardan İngilizce öğrenebileceğimi düşünüyordum. Fakat bu tamamen yanlış bir yönlendirme: çünkü bu yöntemle tam bir robota dönüşüyorsunuz ve karşınızdaki kişiye doğru bir şekilde karşılık veremiyorsunuz. Yani İngilizce'yi sadece bilmem yetmiyor onu anlamalı, duymalı ve hissetmeliyim.
Paris'te insanlarla İngilizce konuşabildin mi?
Fransızlar'ın İngilizcesi kulağıma çok zor geldi, dediklerinin çoğunu anlamıyordum. Korsika'da ise neredeyse kimse doğru düzgün İngilizce konuşmuyor, sen konuşmaya çalıştığında ise insanların yan bakışlarıyla karşılaşıyorsun. Fransızlar kendi dillerine karşı fazla korumacılar.
Uluslararası bir projede yer almak ayrı orada tutunabilmek ayrı bir şeydir. Sence bu deneyim ne derece zor?
Açıkçası buna nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum. Şimdiye kadar öyle bir problem yaşamadım. Bir yola çıktım ve daha ilk adımlarımda anladığım şey şu oldu: Çalışmalıyım, hırsla çalışmalıyım ve güçlü olmalıyım. Yönetmeninden ışıkçısına kadar Hollywood tamamen böyle işliyor çünkü. Onların başarısının anahtarı da bu. Legend 17'yi çekerken pek çok insan bana 'Aman Tanrım günde 5 saat hazırlık yapıyorsun, çok çalışkansın!' diyordu oysaki Vampir Akademisi çekimleri öncesinde ve çekimler esnasında Londra'da çok daha fazla çalıştım. Günde neredeyse 14 saat çalışıyordum. Ve bu onlar için bir kahramanlık simgesi değildi. Bu bir kuraldı: Herkes böyle zorlu çalışıyor çünkü onların iş etikleri ve ünleri böyle çalışmaktan geliyor.
Rusya ve ABD'deki film yapım süreçlerini karşılaştırman gerekirse yorumun ne olur?
Maalesef bu konuda bir karşılaştırma yapmak zor çünkü iki sektör arasındaki iş etiği cennet ve cehennem kadar ayrı. Mesela bir örnek vereyim: Londra'dayken bir sabah şoförüm beni otelimden aldı ve çekim mekanına gitmek üzere yola çıktık. Yolda ondan yakınlardaki bir şekerleme dükkanında durmasını istedim, sette o gün doğum günü olan aktris arkadaşım için bir şeyler alacaktım. Şoför bu isteğimi duymazdan geldi, beni anlamadığını düşünerek isteğimi yineledim. Telefonunu çıkardı ve bana 'Yapımcıyla konuş. Dükkanda durmama izin verirlerse dururum sen de şekerlemelerini alırsın. 9'da otelden ayrıldık, 9:30'da çekim mekanında olmalıyız. 9:45'te hazır, 10:30'da da sahneyi çekiyor olmalısın. Eğer 15 dakikalığına durursak o zaman sahne çekimi 10:45'e sarkar ve ben de senden sonra otelden alacağım diğer oyuncu için gecikmiş olurum.' dedi.
İlk başta sinirlendim: Neden şoförümden beni bir dükkanda bırakmasını isteyemiyordum?! Ama sonra düşündüm ve anladım ki çalışma ortamına, ekibin zamanına ve kurallara değer vermek çok önemli. Bakın bir başka örnek daha vereyim: Bir gece çekimindeydik ve Vampir Akademisi'nin yönetmeni Mark Waters bana 'Ağacın yakınında durman lazım. Şimdi durman gereken yeri işaretleyeceğiz.' dedi. 'İşaretlemenize gerek yok. Ağacı hatırlıyor olacağım, nerede durmam gerektiğini bulurum,' diye cevap verdim çünkü Rusya'da bu tarz deneyimler yaşamıştım. Mark benim ne demek istediğimi anlamadı bile. Duracağım yeri işaretlemekle görevli olan adam işini oldukça sanatsal ve özenli bir şekilde yaptı bana da sanki bir yerine bir şey batırmışım gibi bir bakış attı.
Bu konuda Hollywood'dan oldukça gerideyiz çünkü Rus film sektörü henüz çok yeni gelişiyor. Bir gün biz de böyle olacağız.
Amerikan kültüründe samimiyetin eksik olduğunu düşünüyor musun?
Ne anlamda yani?
Bizim yönetmenlerimiz oyuncularımızı arayıp: "Dostum gel bir kadeh bir şey içip rolün hakkında konuşalım," diyebiliyor. Bu sözlerde bir maneviyat vardır. Oysa Amerikalılar'ın farklı bir anlayışı var: bir menajer diğerini arar sonra ortaya bir dizi kontrat ve kontrat koşulları çıkar...
Aslında menajer bağlantıları Rusya'da da var. Bize sıcak kanlı insanlar onlara da kalpsiz yaratıklar gözüyle bakmamalıyız. Onlar da çok samimiler. Ama çoğu zaman biz samimiyetle dalkavukluğu birbirine karıştırıyoruz ve samimiyeti bir kişilik özelliği olarak ele alıp ona göre yargılıyoruz. Rusya'daki oyuncularımız sete sarhoş da gelebilirler mesela. Ya da ertesi gün çok iyi görünmesi gereken bazı sahneler çekmesi gerektiği halde o günün çekimleri bittikten sonra bara gidip bir iki kadeh bir şey içebilir. Senaryoyu bilmeden çekime giden bir Hollywood oyuncusunu hayal bile edemiyorum. Ama Rusya'da böyle oyuncular var. Yani ben olsam samimiyetimizle övünüp işin içinden sıyrılmazdım. Çünkü bu olayı daha da kötü bir duruma sokar.
Batı sineması ve Rus sineması sana ne gibi roller sunuyor?
Oldukça ilginç bir soru, teşekkürler. Sanırım Hollywood'da kimse bana akıllara kazınan bir rol teklifinde bulunmaz çünkü orada tanınmıyorum. Sadece çok küçük bir yapımcı, yönetmen ve menajer grubu beni tanıyor. Ama en önemlisi seyirci beni bilmiyor. Yani Rusya'da bana önerilen rollerin benzerleri Hollywood'dan gelmeyebilir. Fakat Vampir Akademisi vizyona girdikten sonra benim için yeni kapıların açılacağını umut ediyorum. Vampir Akademisi'nin çekimleri benim için çok iyi bir deneyimdi. Başroldeki erkek karakteri canlandırıyorum, pozitif romantik bir kahramanın efsaneye dönüşümünü görüyoruz. Batı filmlerinde gördüğümüz tipik bir Rus'u canlandırmıyorum. Dağınık saçları ve garip aksanıyla 'Paramı istiyorum!' gibi cümleler kullanan piçin teki değilim yani.
Yakında vizyona girecek olan iki filmim var biri Vampir Akademisi, 14 Şubat 2014'te vizyona girecek diğeri ise Dubrovsky, sonbaharda vizyona girecek.
Dubrovsky'i anlamıyorum, Puşkin hikayesinin modern versiyonu gibi bir şey mi?
Puşkin'in hikayesinden yola çıktık, yazarın fikirlerini ve temasını koruyup modern Rusya'ya uyarladık.
Yani bu hiç kimse bir ayı öldürmeyecek anlamına mı geliyor?
(gülüyor) Hayır, kimse öldürmeyecek. Hatta bu filmin bir de TV versiyonunu yapma planlarımız var ama orada bile Dubrovsky ayı öldürmüyor.
Yuri Kara'nın '21. Yüzyıl Hamlet'i'nde de buna benzer bir deneyim yaşamıştın, yanılmıyorum değil mi?
Dubrovsky çok daha yeni bir deneyim. Bunu önceki işlerimle kıyaslayamam çünkü bu benim için üzücü olur. Bana göre 'Hamlet' iyi bir proje değildi ve bu biraz da benim hatamdı. Leartes benim sanatsal fiyaskom ve bunun sorumlusu da benim.
Alexei German Jr.'ın yönettiği 'Garpastum' 2005 yılında vizyona girdi. Gerçek anlamda yaratıcı bir sinema örneğiydi. Fakat sonra filmografin daha çok izleyiciye yönelik yapılmış filmlerle dolmaya başladı.
Evet, 'We Are From The Future' fazla popüler bir film oldu. Ama Alexander Zeldovich'in 'Target'ı orijinal bir film değil miydi? Ya da Phelix Mikhailov'un 'Jolly Fellows'u? Bir tane bağımsız filmden sonra iki tane gişe filmi ardından yine bağımsız bir film şeklinde bir prensibim yok. Menajerler bana senaryo gönderirler eğer beğenirsem o projede yer almak isterim. Bu benim tek prensibim.
Teorik olarak mesela imajını değiştirir miydin? Örnek vermek gerekirse, seni ekranda yakışıklı bir kahraman yerine şişman, kel ve çirkin bir ucube olarak görebilir miyiz?
Bana kel bir ucube üzerine yazılmış güzel bir senaryo gösterin memnuniyetle oynarım! Böyle farklı roller bir oyuncu için bulunmaz nimettir.
Biri sana Rusya'daki en popüler ve gelecek vaadeden oyuncu olduğunu söylediğinde neler hissediyorsun?
Aslında bunu ilk defa senden duyuyorum ve dürüst olmam gerekirse de pek bir şey hissetmedim. Oyunculuk bir spor faaliyeti değil. En düşük ve en yüksek seviyesi arasında öyle tahmin ettiğiniz gibi büyük bir fark da yok. Sürekli formda olmalı ve kendinizi geliştirmelisiniz. Az önce bana söylediğin sıfatlar benim için sadece şu anlama geliyor: sorumluluk ve profesyonellik. Fakat ben böyle sıfatlar ve tanımlar olmaksızın yaşamayı daha kolay buluyorum (gülüyor).
Yakaladığın başarı hakkında ne düşünüyorsun? 'Evet bunu hakettim!' mi? Yoksa 'Hayır, hak etmedim' mi?
Açıkçası bunun hakkında düşünmemeyi tercih ediyorum. Dünyada bu konudan daha ilginç şeyler de var (gülüyor).
Genelde ünlüler bunun bedelini öder. Senin ödediğin bedel ne oldu?
İlginç bir soru! Aklıma hemen bir şey gelmiyor. Bu meslek insani ve profesyonel mutluluğun bir karışımı benim için. Yani herhangi bir şey yapmak beni mutlu edebilirdi. Ve böylece bunun kefaretini ödemek gibi bir sorunum da kalmazdı. Mesleğimin negatif yönlerinin beni rahatsız etmemesini isterdim.
Muhtemel bir negatiflikten bahsetmeme izin ver: İnsanlar seni kıskanıyor mu?
Birileri illa ki kıskanıyordur ama eminim ki herkesin bir kıskananı vardır. Asıl önemli olan şey beni kıskanan kişilerin yakınlarım arasında olmaması.
Bir başka soru: İnsanlar seni ya da imkanlarını kullanmaya kalkışıyor mı?
İmkanlarım mı? Ne gibi imkanlardan söz ediyorsun?
Mesela bir aktör olmak istiyorum diyelim fotoğraflarımı sana gönderip 'Danila, bunları Mark Waters ve diğer yönetmenlere gösterebilir misin? Biz ne de olsa arkadaşız...' diyorlar mı?
Böyle şeyler oluyor. İnsanlar bana bazı şeyleri yönetmenlere göstermemi istiyor... ama gittikçe bunun işe yaramadığına ikna oluyorum. Çok nadir durumlar dışında yönetmenler bir oyuncu seçerken asla bir diğer oyuncunun fikirlerine dikkat etmezler. Böyle bir durum kötü bir hal de alabilir.
Kadınların ilgisinden sıkılmıyor musun?
Nasıl sıkılabilirim ki? Böyle şeyler insanların başına sık sık gelmez. Ayrıca yeterince ilgi çektiğimi sanmıyorum. Bunu bir kenara yazmalısın (gülüyor).
Orada dur bence! Nereye gidersen git hayranların anında etrafını sarıyor. Herkes senden bir şeyler istiyor: imza, resim ya da senden bir parça.
Bu beni korkutmuyor. Bir sürü parçam var (gülüyor). Şaka bir yana sokakta rahatça yürüyebiliyorum ve alışveriş yapıp sinemaya gidebiliyorum.
Bütün bunları nerede yapıyorsun, St. Petersburg ve Moskova'da mı?
Evet, bazen insanlar beni tanıyor ve parmaklarıyla gösteriyorlar ama sonra 'Hayır canım, bu o değil!' diyorlar. Ama yine de bazen yanıma gelip kibarca isteklerini söylüyorlar. Onlardan sıkılmıyorum.
Kadınlar en çok neyinle ilgileniyorlar: Yakışıklılığınla mı, başarılı oluşunla mı yoksa paranla mı?
Kadınlar kesinlikle mucizevi yaratıklar. Kesinlikle akıl dışı, açıklanamaz ve sihirli varlıklar. Yani onları bu şekilde sınıflandıramazsınız. Kadınların çoğunun bir erkekte aradığı özelliklerin başında insanlık özelliği olduğunu umuyorum. Ve tabii erkeğin iyi bir banka hesabının olması da işin artısı olur, hatta harika bile olabilir (gülüyor).
Ünlü olduktan sonra hayatına yeniden dahil olan eski tanıdıkların oldu mu?
Evet, ama yeniden dahil olmak derken ne demek istedin anlamadım? Eski bir arkadaşım filmimi izlemiş ve beni tanımış. Sonra bana ulaştı ve beni Kamchatka'ya davet etti.
Kamchatka'ya gidecek misin?
Ah! Bu harika olurdu!
'Dubrovsky' filmine geri dönelim. Çocukluğunda Puşkin okumaktan hoşlanır mıydın?
Çocukken öğrendiğim ilk şiir Puşkin'in 'Recognition' ve 'Seviyordum Sizi' şiirleriydi. Annem bana bu şiirlerin yer aldığı kitabı verdiğinde daha altı yaşındaydım ve 'işte şimdi öğrenebilirim' diye düşünmüştüm. O zamanlar Sokol, Moskova'da yaşıyorduk. Hatırlıyorum da annem o zamanlar biri sürü yavru köpekle uğraşmak zorunda kalmıştı. Köpeğimiz Coca 10 tane yavru doğurmuştu ve annem onları süzme peynirle kaşık kaşık besliyordu. Yanına oturuyor ve annem köpekleri besleyene kadar şiirden bir mısra ezberlemiş oluyordum. Bu benim bir şiiri en kolay ezberleme yöntemimdi. Bunun dışında hayatımda öğrendiğim her şiir çok zor geldi. 'Recognition', Çocuk Tiyatrosu'na girerken benim en büyük kozum haline geldi. O zamanlar daha 7 yaşındaydım. Jüri Puşkin'den 'Recognition' dediği anda konuya girdim ve şiiri okumaya başladım. Jüriyi adeta fethettim. Annem bunu bilerek yapmıştı. Çünkü bu şiirin ardından beni kabul edememezlik yapamazlardı. Daha sonraları Tiyatro Akademisi'ndeki öğretmenim, nadide bir insan olan Valery Nikolaevich Galendeev benim için Puşkin dönemini yeniden açtı ve ikinci yılımda 'Evgeny Onegin' oyununu sahneledik.
Ailenin senin oyuncu olmanı istemediği doğru mu?
Tam tersine annem Akademi'ye girmem için elinden gelen her şeyi yaptı. Benimle birlikte çalıştı ve okula kabul edilmemi sağladı. Bütün bu süreç boyunca sürekli benimle birlikteydi. Bir ay süren tanışma turnesi süresince sürekli benimleydi ve kapıda göreve hazır bekliyordu! Ama ne kadar zorlu bir süreçten geçtiğini şimdi anlıyorum! Annem omuzlarıma binen bütün yükü kendi üstüne aldı. O olmasaydı asla bir oyuncu olamazdım.
Askeri okula gittin, bu durum babanın etkisiyle mi oldu?
Hayır. Babam tam tersine onun işini devam ettirmemi istiyordu. Kendisi profesör ve o zamanlar Moskova'daki bir reklamcılık okulunda gözetmenlik yapıyordu. Fakat ben kendimi asla reklamcılık işinde hayal edemedim. Aynı şey askeri okul için de oldu. Oradaki eğitimimi tamamladığımda fark ettim ki kendimi bir asker olarak görmüyordum. Hayatımı kökten değiştirmek istedim, işte o zaman annem benimle oyunculuk hakkında konuşmaya başladı. Zaten öncesinde, çocukluk dönemimde amatör topluluklardan aldığım deneyimler vardı.
Erkek kardeşlerinle ilişkin nasıl?
İkisini de çok seviyorum. İkisi de baba oldu: Abim Yegor'un bir ve kardeşim Ivan'ın ise iki kızı var.
Çocukken çok sevdiğin bir oyuncu ya da şarkıcı var mıydı?
Evimizde bir tane Sony marka kaset çalar vardı ve birkaç tane de Louis Armstrong, Liza Minnelli ve Luciano Pavarotti kasetleri. Armstrong'un boğuk sesini çok severdim ama notaları neden uzattığını asla anlayamadım. Sözlerini anlamasam da çokça Minnelli dinlerdim. Evet, hatta Philip Kirkorov'un 'My Only' şarkısını söylediği bir kaydı da vardı. O şarkıyı çok severdim. Ama çocukluğumda genellikle caz ve klasik müzik dinlerdim. Şimdilerse ise tam bir 'müzikal çokyönlülük' yaşıyorum. Çok farklı şarkılar dinleyip sevebiliyorum. Dinlediklerimden bir tanesi dünyanın en iyi şarkı kategorisine girebiliyorken diğeri entellektüel insanlar tarafından aptalca tanımlanabiliyor.
Çocukken odanın duvarlarını süsleyen biri oldu mu?
Hiç kimse olmadı.
Sorun neydi?
Duvarıma posterlerini asmak isteyeceğim o kahramanlardan hiçbirinin zamanına denk gelmedim ve açıkçası o posterleri nereden edineceğimi bile bilmiyordum. Kültürün o parçasını yaşayamadım. Moskova'dan ayrılıp Askeri okula yazıldığımda 10 yaşındaydım, yani o zamanlar istesem bile duvarıma poster asamazdım. Askeri sistem çok katıdır, oldukça otoriterlerdi.
Her erkek gibi senin de belirli hobilerin var mıdır? Mesela arabalar, spor ya da günün sonunda bir bira içmek gibi?
Kayak ve snowboard tutkum var. Ama geçen kış çok ciddi bir şekilde düştüm ve neredeyse belimi kırıyordum. Ciddi bir şekilde yaralanırsam o zaman tiyatro oyunlarımı ve yer alacağım film projelerini de riske atmış olurdum. Böylece anladım ki profesyonel sanatçıların çılgınlık yapma hakkı yok. Yani kayak yapmayı bıraktım. Bazen otoyol boyunca dikkatlice birazcık kaymayı düşünüyorum ama kendimi biliyorum: bugün biraz diyorum yarın daha fazla olur öbür gün daha da fazla. Benim için en hayırlısı kayaktan olabildiğinde uzak durmak. Ama tabii ki bazen bir arkadaşımla bira içme havasında oluyorum. Geçenlerde İrlanda'daydım, İrlandalı bir arkadaşımın davetlisiydim. Bana ülkeyi gezdirdi ve dört gün boyuncu ülkenin dünyaca ünlü birası Guinness'den içtim. Bazen de mesela arabaya atlayıp bir yerlere gitmek istiyorum, 'neresi' olduğunun bir önemi yok. Özellikle de oyunlarım bittiğinde, gece St. Petersburg sokakları bomboşken.
Daha öncesinde istediğin ama gerçekleştiremediğin herhangi bir şeyi şimdi yapma şansı bulabildin mi?
(Gülüyor) İnsanoğlu çok doyumsuz, elindekiyle asla doymaz. Mesela 5 yıl önce birkaç günlüğüne Korsika'ya gidebileceğimi hayal bile edemezdim. Ama şimdi buradayım, kötü hava şartlarına rağmen Korsika'da tatildeyim. Üstüne üstlük bir de gribim, havanın azizliğine uğradım. Çok şikayet ediyorum değil mi? Ama şu anda mutlu bir ifadem var (gülüyor). Kötü hava ve gribe rağmen Korsika'da olmak inanılmaz bir duygu. Maalesef kendime çok nadir zamanlarda mutlu olma izni veriyorum. İnsanlar sürekli yeni hayaller ve yeni isteklerle boğuşuyor. Tam bir hayalimi gerçekleştirdim derken bir yenisi ortaya çıkıyor.
Son bir sorum var. Dubrovsky ezilmiş bir aşık olarak tanımlanıyor. "Recognition'' da senin için çok özel bir Puşkin şiiri. Şunu sormak istiyorum; bir kıza aşkını nasıl anlatırsın? Sıradışı mı, sıradan mı yoksa eski bir üslupla mı yaparsın?
Bunu bir benzetmeyle anlatamam ama zamanımızda insanlar aşklarını SMS gibi ya da bir restorantta basit bir şekilde itiraf edebiliyorlar. Garip olan ise erkeğin aklında daha güzel itiraf yollarının var olması. Ama bunları gerçekleştirmiyor. Bir arabada ya da yalnız oturduğunuzda bile o önemli sözleri söylemek istediğinizi fark edebilirsiniz. Söylersiniz ve bu sizin aşkınızı en iyi ilan ediş şekliniz olur.
Türkçe çeviri: elwiens
Rusça'dan İngilizce'ye çeviri: KozlovskyBR | @kapsya72
Dergi taramaları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder