Biri bizden Danila'yı kısaca özetlememizi istediğinde ister istemez aklımıza özensizlik geliyor. Bize kapıyı açtığında oldukça bakımsız görünüyordu. Bir Hollywood filmi olan Vampir Akademisi setinde uzun saçlarıyla iki ay geçirdikten sonra Londra'dan yeni gelmiş. Fakat çekimlerin ardından hemen kısacık saçlarına (Evet!) ve o özenli özensiz haline geri dönmüş.
Dairenin zemini yerlere saçılmış CD'lerle dolu. Röportajımız süresince ne dinlememiz gerektiğine bir türlü karar veremiyor; ilk önce Mad Men dizisinin soundtrackinden bir şeyler açıyor daha sonra onu Frank Sinatra ile değiştiriyor. O da fazla uzun sürmüyor ve sonuç olarak bir Broadway müzikali olan Once'da karar kılıyor. Bu müzikali çok seviyormuş. New York'ta üç defa, Londra'da iki defa bizzat izleme şansını yakalamış. En büyük hayali ise 'Once'ın Rus versiyonunu yapmak.
"Başrolde sen olacaksın tabii ki, değil mi?" diyorum, aptalca bir soru sorarak. Cevap açık: Danila, elektrikli süpürge tamirciliği yapan fakat en büyük hayali bir müzikal kariyer edinmek olan, İrlandalı başrol karakterin, müzikalde seslendirdiği bütün şarkıları ezberlemiş durumda. Danila sorularımı yanıtlarken bana Polonya erik likörü ikram ediyor, şarkılara eşlik edip bir sonraki şarkı hakkında yorumda bulunuyor.
'Once' müzikali ve Kozlovsky bir şekilde bir araya gelecekler ama uzak bir gelecekte. Yakın bir gelecekte ise iki yeni projesinin galasını göreceğiz. Kasım'da bir Pushkin romanının, modern ve romantik uyarlaması Dubrovsky'le ve Şubat'ta ise daha romantik bir rol, Dimitri Belikov olarak boy göstereceği bir başka uyarlama Vampir Akademisi'yle karşımıza çıkacak.
Amerikalı yazar Richelle Mead'in Vampir Akademisi serisi en az Stephenie Meyer'ın romantik vampir serisi Alacakaranlık kadar popüler. Altı kitaptan oluşan seri şimdiye kadar dünya çağında 1,5 Milyon adet sattı. Mark Waters (Just Like Heaven, Ghostd of Girfriends Past) ilk filmin yönetmenliğini üstlenirken Kozlovsky de bu filmde rol alma şansı yakaladı. Legend No. 17'den sonra yaratıcılık konusunda bir buhrana kapılan oyuncu kariyerine bir süre ara vermiş. Finansal açıdan onun için yararlı olabilecek pek çok projeyi geri çevirerek New York'a gitmiş.
Fakat New York kendisini pek de sıcak karşılamamış. Manhattan'da bir daire kiralamış ama daha sonra pişman olmuş.
"O daireye o kadar çok para ödedim ki, adı üstünde 'SOHO'da özel bir teras'tı. Sanki bir sarayda falan kaldığımı hissettiriyordu. Oysaki sadece kapısında şifreli bir kilit sistemi olan küçücük bir daireydi. Kapısı da bir tekmeyle harap edilmişti. Yani tipik bir New York eviydi ve bundan nefret ettim. İlk başta deli gibi huzursuz oldum. Neden orada olduğumu anlamadım."
Kendisi New York'a gitmiş çünkü bir duygu, ilham veya yeni bir şeyler arayışındaymış. Nasıl bulacağını bilmediği fakat onun için önemli olan şeyin peşindeymiş ve ayrıca İngilizcesi'ni geliştirmek için de bulunmaz bir fırsatmış. Ama çok geçmeden eğitimden vazgeçmiş ve bunun nedenini şöyle açıklıyor: "Manhattan'da bir barda oturup 'Prosecco'mu içip barmenle sohbet etmek daha ilginç geldi. Bu yöntem, Japon ve Tayland'lı turistlerle birlikte bir okulda sıkılarak birkaç saat geçirmekten çok daha verimliydi."
Şehirde amaçsızca dolaşıp şehir hayatının altını üstüne getirmiş, bir şeylerin arayışındaymış, neden oraya gittiğini anlamaya çalışıyormuş. Danila, New York'ta bulunduğu süre boyunca pek çok oyun izlemiş ve onlar hakkında "alt üst olmuşlar" diyecek kadar da rahat biri. Fakat bu oyalanmalar yalnızca iki hafta sürmüş, "Sonunda New York’u gördüm ve keşfettim. Ama bunu sadece son günlerde yaşadım... tıpkı olması gerektiği gibi..." diyor.
New York seyahati sırasında İngiliz menajeri Danila'yı Amerikan meslektaşlarıyla tanıştırmış. Daha doğrusu onlar Danila ile tanışmak istemişler ve onunla karşılaştıklarında çok şaşırmışlar. "Bayanlardan birisi bana bu tanışmaya hiç hevesli bir şekilde gelmediğini söyledi çünkü karşısında korkunç aksanlı, iç karartıcı bir Rus göreceğini umuyormuş," diyor Danila. Her neyse sonunda anlamış ki Danila bir ilk değil sonuncu da olmayacak.
İki iPhone'undan birine bakıyor ve bana rol arkadaşlarıyla çektirdiği resimleri gösteriyor. "Her ikisi de gerçekten çok iyi ve Zoey genel anlamda harikaydı. O çok genç, sadece 18 yaşında ama otuz yaşında biri kadar zeki, azimli ve dikkatli. Hayattan ne istediğini çok iyi biliyor ve bunun için de deli gibi çalışıyor. Ve ayrıca o çok yetenekli bir oyuncu."
Danila resimde gerçekten çok genç görünen iki kızı kucaklıyor. Bir partideler ve üçü de çok eğleniyormuş gibi görünüyorlar. Çekimlerdeki atmosfer de çok eğlenceliymiş ama aktörün Londra'nın tadını çıkaracak kadar vakti yokmuş. "Haftada sadece bir gün tatilimiz vardı. Birkaç kez bara gittik, ama bildiğiniz gibi, ben barları sevmiyorum. Bir keresinde çatı katı olan bir dairede mangal yaptık ve çok eğlendik."
Danila Kozlovsky, Londra'dayken Buckingham Sarayı'nın sadece 50 metre ötesinde kalıyormuş. "Buckingham Kapısı, Buckingham Kapısı" diyor sokağın adını tekrarlayıp taklit ederek. Açıkça görünüyor ki kendi İngilizce aksanından oldukça hoşlanıyor ama aynı zamanda bununla dalga da geçiyor.
"Aksanın Jeremy Irons'a çok benziyor," diyerek oyuncuya iltifatta bulunuyorum. Her nasılsa Danila'nın Vampir Akademisi'ndeki karakterinin anadili İngilizce değil. "Kendi Rus aksanımı sevmiyorum. Yabancılar bunu çok güzel buluyor ama ben bulmuyorum. Aksanımı bütünüyle değil ama kısmen yumuşatmaya çalıştım. Öbür türlü karakterimin Rus değil de Alman ya da Fransız olduğunu zannederdiniz. Fakat benim için karakterimin bir Rus olduğunun anlaşılması çok önemliydi. Çünkü, ilk defa Rus bir oyuncu büyük romantik bir rolle bir Hollywood filminde yer aldı. Ve bunu gizlemek hoş olmazdı... Gurur duyuyorum. Karakterim uzun süre Amerika’da yaşamış olan bir Rus. Hikayeye adapte edilmiş ama hala bir Rus; eski müzikler dinleyen, deri bir ceket giyip ve kovboy kitapları okuyan gizemli bir adam."
Vampir Akademisi'nde Danila'yı ünlü sanatçı ve kostüm tasarımcı Ruth Myers giydiriyor. Danila, Belikov'un kostümleri hakkında fazla detay veremese de kıyafetler hakkında heyecanla konuşuyor. Bize Londra'da yaptığı alışverişten ve ülke insanlarının estetik ilhamlarından bahsetti. "Londra'da herkes mükemmel giyiniyordu. İşçilerin, memurların, sanatçıların, öğrencilerin hatta sokaktaki hırsızların bile kendilerine özgü tarzları var. Onlar için giysilerin pahalı olması ya da olmaması önemli değil." Danila'nın dolaşacak çok vakti yokmuş fakat bazı mağazalara uğramış. Öyle ki sonunda eve dönerken birinci sınıfla uçmazsa eğer bagajları için ekstra ücret ödemesini talep etmişler.
Bununla beraber yalnızca gardrobundaki kıyafetlerin sayısını arttırmamış aynı zamanda kalitesini de artmış. Stilini değiştirmiş. Ama Danila, Londra'dayken sadece stilini değiştirmekle kalmamış radikal değişimlere girmiş. "Her zaman bana oldukça bol gelen kumaş pantolonlar giyerdim ama bakın artık dar kotlar aldım. Çok dar değiller sadece kalıpları öyle. Ve ayrıca ellilerde liman işçilerinin giydiği birkaç İngiliz ceketi aldım."
Danila giyinme odasına gidiyor ve elinde kanıtlarıyla geliyor. Siyah, düz bir ceket. Oldukça İngilizvari. Ceket kirli görünümüyle tıpkı Dickens romanlarından fırlamış gibi duruyor.
Londra'dayken farkına farkına vardığı bir başka gerçek ise şöyle: "Giysiler hırpalanıp yıprandıkları zaman güzeldir ve size yakışır. Bu sizi gerçekten şık ve pahalı bir görünüm verir!"
Ve biz buna planlanmış bir özensizlik diyoruz.
Dergi taramalarına göz atmak için tıklayın.
Türkçe çeviri: elwiens | missfirat
Rusça'dan İngilizce'ye çeviren: KozlovskyBR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder